24 Haziran 2009 Çarşamba

Kır ve Kent Hareketleri İçin Ekonomik Bir Model Tartışması


İçinden geçtiğimiz çağda sermayenin acımasız saldırganlığına karşı dünyanın pek çok yerinde çoban ateşleri yanıyor. Ancak sermaye sistemi herhangi bir tavize, uzlaşmaya yanaşmak istemiyor. Peru’da yağmur ormanlarında maden işletmesine olanak sağlayan yasa Peru Meclisi gündemine gelebiliyor. Sokaklarda yüzlerce insan yaralanıyor, öldürülüyor. Ama Peru Hükümeti yasayı gündeminden düşürmek istemiyor. Meksika’da 2005 yılında genetiği değiştirilmiş organizmaların üretiminin önünü açan yasa çıkarılıyor. Aynı yönde bir girişim Amerika’nın Irak’ı işgali ardından 81 numaralı kararname ile Irak’ta yürürlüğe sokuluyor. Irak çiftçisinin tohumluk ayırma hakkı yasaklanıyor. Şimdi bu yasa Türkiye’de de yürürlüğe girmek için gün sayıyor.

Kırlardan her gün binlerce insan kovulmaya devam ediyor. Kentlerin toplumsal ve ekonomik yeniden yapılanması süreci ile birlikte kırlardan kentlere gelen büyük kitleler kent merkezlerinden de kovuluyor. Kentlerde iş olanakları azalır, gelir seviyesi düşerken, sermayenin kar elde edebilmesi için gecekondu mahalleleri yıkılıyor. Yaşayanlar ağır borçların altına girmek zorunda bırakılıyor. Sağlık, eğitim, kültür gibi ihtiyaçların karşılanması için kullanılması gereken kentsel alanlar rant için, yani satmak ve kar elde etmek için alışveriş merkezleri ya da lüks konutlara dönüştürülüyor. Kentlerde kentsel dönüşüm, yenileme gibi isimlerle yapılan uygulamalar, sadece şehir merkezleriyle sınırlı kalmıyor; kırsal alanlara da uzanıyor. Kriz derinleştikçe, önce köyünden kovulanlar, daha sonrasında kent merkezinden de dışlanarak kentten tamamen ayrılmak ve köylerine dönmek zorunda kalıyorlar. Bıraktıklarından daha yoksul ve zor koşullara...

Bu süreç, kır ve kentte sınıfsal çelişkileri ve ekolojik krizi derinleştiriyor. Büyümeye ve tüketime endeksli kapitalist kentlerdeki yaşam biçimi iklim değişikliğini tetikliyor. Toplumu denetim altında tutmak için askeri harcamalar giderek artıyor. Bu harcamalar daha fazla su, toprak, havanın yok oluşuna neden oluyor. Yoksulluk, açlık ve su sorunları, geri döndürülmesi güç sosyo ekonomik sorunlar yaratıyor. Toplumun kendi kendini yönetmesinin olanaklarını ortadan kaldırıyor.

Toplumların giderek içine kapanmasına, sistemden kaynaklanan çelişkilerin, yerelin dışını göremeyen bir perspektifle perdelenerek etnisite vurgularının giderek ön plana çıkmasına neden oluyor. Bu gelişmelerle beraber sermayenin yarattığı ekolojik kriz, daha açık bir ifadeyle emek ve doğa sömürüsü karşısında ortaya çıkan toplumsal mücadeleler bir dolu siyasal, ekonomik sorunla uğraşmak zorunda kalıyor. Sermayenin bu yıkıcılığını aşacak siyasal bir devrim perspektifi ise hoş bir hayal olarak köşeye itiliyor. Oysaki önümüzde fazla bir alternatif yok, sermayenin barbarlığı karşısında doğa ve emeği özgürleştirecek bir toplumsal yaşama ihtiyacımız var. Ancak bu yolun inşası aşamasına yönelik politik birlikteliklerin nasıl olgunlaştırılması gerektiği sorunu da önümüzde durmaktadır.

Toplumsal Yıkıcılığa Karşı Dayanışma

Sermayenin yarattığı toplumsal yıkıcılık, insanların birbirlerine güven duygularını yıpratmakta, ortak hareket etme reflekslerini, birlikte iş yapma becerilerini tarumar etmektedir. Bu yıkıcılığın en önemli etkilerini de kentsel dönüşüm alanlarında yürüttüğümüz çalışmalarda gözlemlemek mümkün.
Bu alanlarda mücadelenin muhatapları tarafından sorunun, yönetimlerle pazarlık sorununa ya da hukuksal sorunlara indirgenmesi mücadelenin belli noktalarda sonuçsuz kalmasına ve kentsel dönüşüme karşı mücadele kazanılsa da kaybedilse de örgütlülüklerin ileri düzeye taşınamamasına neden olmaktadır. Sonuç olarak ekonomik kriz koşullarında yoksulluğun da artmasıyla birlikte dayanışma bağları giderek çözülmekte, bireysel kurtuluş umutları yeniden ve daha ağır bir etkiyle mahallelere geri dönmektedir.

Bu çözülme sadece kentsel mücadele alanlarında değil kırda da benzer gelişmelere yol açmaktadır. Baraj, madencilik gibi kamulaştırma gerektiren büyük yatırımlar ile turizm bölgesi haline getirilen ormanlık alanlarda, termik, hidroelektrik, nükleer santral yapımı karşısında mücadele etmeye çalışan yapıları en fazla uğraştıran konu, bu yatırımların bölge halkına iş olanağı getireceği, ekonomik açıdan bölge halkının kalkınacağına yönelik şirketlerin ve hükümetlerin propagandasıdır. Bu propagandaların aynı zamanda hükümetin şiddet tekelini kullanması ile de birleşmesi sonucunda, kent ve kırı savunmaya yönelik politik duruşlar ideolojik bir motivasyon ötesinde hareket sahası bulmakta güçlük çekmektedirler. Bu nedenle mücadele sadece bu şirketlere ve hükümete karşı yürütülmemektedir. Aynı zamanda mücadele cephesinin arkasında duran kişi ve örgütlerin kolektif hareket etme kabiliyetlerini ivedilikle arttırmaya yönelik bir çabayı da zorunlu kılmaktadır.

Bu doğrultuda kır ve kent hareketlerinin tek bir soruna odaklı mücadele edemeyecekleri açıkça ortadadır. Gerek kentsel gerek kırsal alanlarda yaşanan sorunların ortaklaştırılması, doğrudan ilişki ağları kurmakla mümkün olabilir. Bugüne kadar yürütülen çalışmalar daha çok, belli bir sorun alanı çevresinde faaliyet gösteren örgütsel yapıların birbiriyle dayanışmasına odaklanmıştır. Bu dayanışma ağlarının, gerek sorun alanlarının birbirleriyle üst ölçek siyaset çerçevesinde ilintilendirilmesi, gerekse mekansal anlamda bağlarının kurulması gerekmektedir.

Aynı zamanda tüm mücadele alanlarında ortaya çıkan tek tek örgütsel yapıların güçlenmesine katkıda bulunmak, bireysel ölçekte yaşanan sorunların aslında mevcut toplumsal yaşamdan kaynaklanan sorunlar olduğunun, birlikte mücadele edilmesi halinde yeni toplumsal ilkelerle üstesinden gelinebileceğinin yeniden hatırlatılması, ama daha çok bir model çerçevesinde bunun kanıtlanması ile mümkün görünmektedir.

Bu doğrultuda kır ve kent hareketleri politik mücadelelerini sermaye karşıtı bir tutumla dernek, platform, birlik gibi örgütlenmelerle yaratmaya devam ederken, bu hareketleri ekonomik olarak da güçlendirecek yapılanmalara, bu hareketlerin sosyal dayanışmalarını güçlendirecek, kendi kendilerini yönetmelerine yönelik bütçelerinin oluşmasını sağlayacak ekonomik birlikteliklere de ihtiyaç vardır. Bu ekonomik birliktelikler, kar elde etmeye yönelik değil, kendi üretimlerinin bir kısmını sosyal, kültürel, ekonomik gelişmelerine ayıracak bir biçimde kurgulanabilirse kır ve kentlerdeki mücadelelerin birlikte dayanışma ağları ve ortak hareket zeminlerine kavuşmasına yol açabilir.

Bugün içinden geçtiğimiz kriz koşullarında insanları en temel yaşam gereçlerine, gıdaya, suya, barınmaya, sağlığa doğrudan ulaştırabilecek birliktelikler geliştirmek için yirmi birinci yüzyılda kooperatifçiliği bir kez daha düşünmek gerekmektedir. Ama bu noktada bir kez daha vurgulamak gerekir ki ekonomik birliktelikler, ancak güçlü siyasal, toplumsal dayanışma ağlarına katkı sunabildiği, bu hareketleri mücadele içinde birbirine yaklaştırıp kırın ve kentin sorunlarını ortaklaştırabildiği ölçüde başarı şansına sahip olacaktır.

Ekonomik-Sosyal Bir Dayanışma İçin Kooperatifler

12 Eylül sonrasında sendikaların ekonomik bir çıkar birlikteliğine dönüştüğü, sosyal ve siyasal aidiyetlerin zayıfladığı, memleketçiliğin ve cemaat ilişkilerinin temel sosyalleşme modelleri olarak ön plana çıktığı bir siyasal düzeyde bulunuyoruz. Bu koşullarda kent yoksulları giderek temel geçim araçlarından uzaklaşırken, kır emekçileri de tarımın yeniden kapitalistleştirilmesi sürecinde, pazarın acımasız rekabet koşullarında ürünlerini değerlendirememekte, geçim sıkıntısı çekmekte, kendi ekonomilerini döndürmek için büyük sermayenin rekabet, büyüme, sanayileşme politikalarına kurban gitmektedir. Bütün bu süreç kır ve kentte yoğun bir emek ve doğa sömürüsüyle perçinlendiğinde, yaşama ve dayanışma olanakları giderek daralmaktadır.

Tam bu noktadan hareketle, kentlerde ve kırda bu yıkıcılık karşısında dirençli durmaya çalışan toplumsal hareketlerin birbirlerinin sorunlarından haberdar olması, kırsaldaki üreticinin ürününü aracısız alıcısına ulaştırmasının sağlanması, geleneksel tarımda ısrar ederek geçimini sağlayan bu yapıların, şirketlerin emeği artıklaştırma, doğayı atık haline getirme süreçlerine direnebilmesi için, ekonomik açıdan şirketler karşısında güçlü bir konum elde etmeleri gerekmektedir. Bu en nihayetinde siyasal iktidarın aldığı pozisyon ve verili kapitalist üretim tarzından bağımsız düşünülerek geliştirilecek bir süreç değildir. Kır ve kent emekçilerinin tasfiyesi eninde sonunda bir siyasal iktidar ve kapitalist modelin sonucudur. Ancak bu siyasal yönelimin önünde bir mücadele hattı çekmek açısından da kooperatifler yoluyla kır ve kent emekçisinin birlikteliğini sağlamanın yollarını aramamız gerekmektedir.

Bir dayanışma modeli olarak kooperatifler, kırdaki ve kentteki mücadele eden hareket alanlarında yoğunlaşmalıdır. Kentsel dönüşüm alanlarında yaşanan sorunlarla, madencilik, enerji, su, gıda ekseninde kırda yaşanan sömürüyü bu hareketlerin bir arada düşünmesinin önünün açılması gerekmektedir. Bu doğrultuda özellikle kırsalda yıkım politikalarına maruz kalan kır emekçilerinin tarımsal ürünlerini, kentli yoksullara ulaştıracak iki kanatlı kooperatiflere ihtiyaç vardır. Bu kooperatifler hem kırda hem de kentte etkinleştirilmelidir. Diğer yandan kentlerde kurulacak kooperatifler de hem kent yoksullarının gıda ihtiyacının, güvenli, sağlıklı, ucuz teminine yönelik olmalı hem de kooperatif ortaklarının bu ürünlerin satışından elde ettikleri geliri kendi yaşam alanlarında verecekleri mücadelede harcamalarına yönelik bütçe elde etmelerine yol açabilir. Bu kooperatiflerin elde edecekleri gelirlerin bir takım üretim araçları teminine yönelmesi halinde de yaşam alanlarında ortak kullanıma yönelik faaliyetler için temel ekonomik ihtiyaçlar karşılanabilir. Kooperatiflerin istihdam yaratıcı bir boyutunun olacağı da ihmal edilmemelidir. Bu biçimde bir yandan, kır emekçilerinin ürünleri aracısız değerlendirilirken diğer yandan da kentlerde ekonomik-sosyal dayanışma için olanaklar yaratmak mümkün hale gelebilir.

Bu tarz dayanışma biçimlerinin siyasal mücadele yerine ikame edilmemesi açısından kır ve kent alanlarında mücadele eden sendika, dernek, meslek örgütü, siyasal yapıları hareketlendirecek bir biçimde işlevlendirilmesine ihtiyaç vardır. Bu model tek tek kooperatifler yerine kooperatifler ve siyasal yapıların bir arada bulunduğu bir yapıyı gerektirmektedir.

Bu kapsamda kooperatifleri yeniden deneyimlemek, kooperatifleşmeyi fetişleştirmeden, siyasal bir mücadele bütününün bileşeni olarak görmekle mümkün hale gelebilecektir. Bu doğrultuda kooperatif deneyimlerinin geliştirilmesinde kurulacakları alanların sosyal ve sınıfsal dinamiklerinin doğru okunması ve ilişkilerinin kalıcı bir tarzda inşa edilmesi gerekmektedir.

Kooperatiflerin İnşası İçin Toplumsal Mücadelenin Sürekliliği

Bu çerçevede kooperatifleşmenin, tüm yasal sınırlılıkları bir yana, belki de yaşanabilecek en önemli sorunu, kır ve kent mücadelesinin temel ekseni haline gelmesi tehlikesi olabilir. Bunun önüne geçilebilmesi için bir yandan kır ve kent mücadelelerinin birlikteliğini sosyal ve siyasal düzeyde geliştirmeye yönelik çalışmalara devam etmek diğer yandan da bu sürekliliği sağlayacak güçlü örgütsel ağlar için kafa yormak gerekmektedir. Kır ve kentteki sendika, birlik gibi oluşumları da kır ve kent mücadelesinin bileşeni haline getirmek için çabalamak gerekmektedir.

SONUÇ:

emek ve doğa sömürüsünün keskinleştirildiği bu koşullarda, doğayı ve emeği birlikte geliştirecek üretim tarzlarına ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyaç aynı zamanda kendi geçim araçlarımızı üretme, geleceğimiz üzerinde söz sahibi olma, en temelde de kendi kendimizi yönetme olanaklarını yaratma gerekliliği ile birlikte düşünülmelidir.

Kentsel mücadelenin parçalı ve sınıfsal açıdan katmanlaşmış yapısı ile kırsalın yeniden kapitalistleştirilmesi sürecine karşı duracak bir kooperatifleşme, siyasal açıdan çoğulcu ve dayanışmayı esas alan birlikteliklerin de önünü açabilecektir.

KENTSİZ HAREKETİ

Hiç yorum yok: